Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Üçünçü Günün Öğlesi * Oyhan Hasan BILDIRKİ

Aşağa gitmek

Üçünçü Günün Öğlesi * Oyhan Hasan BILDIRKİ Empty Üçünçü Günün Öğlesi * Oyhan Hasan BILDIRKİ

Mesaj tarafından Oyhan Hasan Bıldırki Paz 4 Ocak 2009 - 9:40

Üçünçü Günün Öğlesi * Oyhan Hasan BILDIRKİ 1099677_m
Büyüklerdeki kıvranmanın, telaşın veya sevincin bir tadımlığı bile, onların semtine uğramaz. İlk teravihe ve ramazanın ilk gününe tınlamazlar, kayıtsız kalırlar. Günün üçüncü devrilişinde, birden bire uyanırlar. Hemen hepsi, baştan ayağa heyecan kesilirler. Sıcakmış, soğukmuş aldırmazlar. Sarısı, es meri, çaparı, karasıyla birlikte, üçüncü günün öğlesinde, yaşları onu aşmayan, kırk elli çocuk, şehir fırının önünde kuyruk olurlar. Fırına düştükçe, heyecanları yatışır. Artık tek amaçları, biricik düşünceleri kalmıştır: Saatler sonra çıkacak ilk pide, hangisinin tepsisine konacak, ilkin yola kimler dökülecek?
Sonsuz bekleyiş uzadıkça, çocuklar sıkılır. Sıkıntılarını, bağıra çağıra konuşarak, birbirleriyle şakalaşarak yenmeye çalışırlar. Ağzının orucuyla, ekmek almaya gelenlerin nazına zor katlanan Celal Usta, çocuklara çıkışır:
- Ne bu gürültü? Edepsizler!
Çocuklar dalgalanır. Ses, önce baş tarafta kesilir, yavaş yavaş arkaya ulaşır. Sessizlik uzun sürmez. Tek tük gülüşmelerin arkasından gürültü, olanca hararetiyle yeniden başlar.
- Hürriyet’e biz gideceğiz!
- Kemalpaşa bizim!
- Yok be! Anan güzel mi senin?
- Güzel ya! Akıllım: Cumhuriyet’ten gel, bizim mahallede çöplen. Hiç, olur mu?
Celal Usta’nın sesi gürler:
- Keratalar! Daha ortada pide mide yok. Hamur yeni yoğruluyor. Eh, vaktiniz de bol, keyfiniz gıcır. Mahalle bölüşürken, bir maraza çıkarmayın.
Oruçluyum demem, yetiştiğime tokadı patlatırım.
- Olur mu be, usta? Herkes kendi mahallesinde sat sın!
- Zaten iyisi de o değil mi?
- Ben, bizim mahallede utanırım.
- Neden?
- Bilmem.
- Peki! Oğuz’la değişin mahallelerinizi.
Sıranın başını tutan Oğuz, olmazlanır. Beriki yalvarır. Oğuz kanar.
- Bu seferlik ama, der.
- Tamam! Bu seferlik!
Vakit ilerledikçe, sıcak bastırır. Çocukların elinde, yüzünde, gözünde boncuk boncuk ter damlaları sökülür. İki karışlık asmanın gölgesi, onca çocuğa yeter mi? Hiç düşündünüz mü, bilmem. Kaldırımların da bir zararı var. Hangi cadde veya sokağın iki yanına gelip kurulunca, ağaçların saltanatı sona erer. Canım yeşillik ve koyu, serin gölgeler azalır, el kadar kalırlar. “Bizim Mahalle Fırını”nın sokağı da, işte böyle bir sokaktı. Kaldırıma kovuşunca, ne yeşilden, ne gölgeden eser kaldı. Çocuklar terlemesin de ne yapsın? Bereket, tepsileri var. Ter bastırdıkça, fırın çeşmesine koşuyor, ellerini, yüzlerini soğuk su ile yıkadıktan sonra, tepsilerini ters çevirip başlarına tutuyorlar. Yaratılan yapma gölge sayesinde, azıcık olsun, serinliyorlar.
Yukarıdan, kalfa sesleniyor:
- Usta, hamur hazır!
Çocukların gürültüsü, o saat bitiyor. Celal usta, fırın kapağını açıyor, sıcaklığı kontrol ediyor. Islak paspasla fırını bir kere daha siliyor. Az sonra pideler çıkacak, beşer beşer, en az elli çocuğun tepsisine konacak. Kuyruk azalacak, fırının önündeki gürültü de, şehrin diğer sokaklarına kayacak. Hemen hepsi yalınayak olan çocuklar bağıracak:
- Pideler! Pideci!
Evlerin balkon ya da pencerelerinden başlar uzanacak. Seslenecekler:
- Pideci!
Sarı veya çapar oğlan karşılayacak:
- Geliyorum! Vardım!
- Sıcak mı?
- Sıcak ya! Yeni çıktı fırından.
- Getir öyleyse.
- Buyur!
- Bunun karacaotu az ya!
- Dökülmüştür. İstersen yenisini getireyim.
Derler ya, aslında bu, ikinci pideciye müşteri kaptırmamak için öne sürülen bir bahanedir. Hoş, alıcının da amacı, sadece takılmak, küçük pideciyle zevklenmektir.
Çarşı’nın göbeğinde oğlumu, Oğuz’u gördüm. Yalına yak. Başına koyamadığından olacak, karnına dayadığı tepsiyi zor taşıyor. Beni görünce kızardı, bozardı. Görmezden geldim, fotoğrafçıya daldım. Foto Ahmet’le iki beşlik bozacak, bizim kini zor durumdan kurtaracaktım.
Foto, seslendi:
- Hışt! Pideci!
Oğuz ürkek, geldi. Az geri durdu.
- Kaça bunlar?
- Kırk lira.
- Otuz beşe olmaz mı?
- Olmaz!
- Neden?
- Zarar ederim.
- Ver, iki tane.
- Olur!
Oğlan, ilk pidelerini sattı gitti.
Akşam oldu, iftar açtık. Bizimki sofrada, nerdeyse uyuyacak.
Karım öfkeli:
- Bey, dedi, bugün ne oldu biliyor musun?
- Ne oldu?
- Oğuz’a sor.
- Ne yaptı gene?
- Sen, ona sor. O, yaptığını bilir.
- Pide sattım! Hem, babam da biliyor.
- Sen de hiç utanmak, sıkılmak yok mu?
- Neden?
- Nedenmiş. Anası, babası öğretmen. Bu Oğuz’a ne oluyor, demezler mi?
Oğlanın kaşları çatıldı, atıldı.
- Desinler, ayıp mı?
Araya girdim.
- Hanım, dedim, bırak oğlanı. Bildiğini işlesin.
- Neden?
- Hayatı öğrensin.
- Hayatı öğrenecekmiş. Komşular ne der?
- Komşular mı?
- Komşular, ya!
- Kırk beş lira, baba!
- Aferin! Yalnız, yalınayak dolaşma.
- Olur!
Ramazan pideleri, karacaotlu, susamlı. Sıcak mı sıcak, yumuşacık. Hangimiz sevmeyiz, arada bir özlemle beklemeyiz, değil mi?
Yoksa, üçüncü günün öğlesinin ne anlamı kalır?

Oyhan Hasan BILDIRKİ
Oyhan Hasan Bıldırki
Oyhan Hasan Bıldırki
Admin

Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 01/01/09
Yaş : 76
Nerden : Türkiye

http://gokkusaklari.wordpress.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz