Çiçeklerle Birlikte * Oyhan Hasan Bıldırki
Çiçeklerle Birlikte * Oyhan Hasan Bıldırki
Ahsın üreğime goy göz yaşlarım.
Kimsenin önünde eğilmemeli.
Ne atam, ne anam, ne gardaşlarım
Bunu bilmemeli, yoh bilmemeli!..
Bahtiyar Vahapzade
İki yataklı, küçücük, loş, biraz da kasvetli olan bu odayı sever gibi olmuştu. Gözlerini, çıplak odanın duvarlarına dikti. İçindeki yangını hesapladı. Karnı burnundaydı ama, ya zamanlamayı yanlış yorumladıysa? İşte, bundan korkuyordu. Bu yüzden de duvarların gri boyasında erimek, yok olmak, bilinmezliğe ulaşmak istiyordu.
Yan odalarda bebek ağlamaları, mutlu cıvıltılar, neşeli gürültüler... Koridorda ayak sesleri duyuluyor. Acaba doktor mu geliyor? İki eliyle, hemen karnını bastırdı. İçin deki yangını dinledi. Ses, soluk kesilmişti. Yatağına çeki düzen vermek için doğruldu. Yatağının çarşafını, pikesini düzeltti. Akşamüzeri güneşinin az da olsa içeriye sızdığı pencereye gitti. Dışarıda eriklerle bademler, şeftaliler çiçek açmakta sanki birbirleriyle yarışıyorlardı. Kalbi güm güm öterken, beyninde şimşekler çaktı.
Çiçekler! Ah, bu çiçekler...
Nasıl da saflar? Ne kadar da çabuk aldanıyorlar?
Daha henüz bahar gelmedi. Güneşin aldatıcı ışıklarının sıcak etkisinde kalan çiçekler, uyandılar, sürgüne durdular.
Genç kadın, kendisini düşündü:
- “Ya ben?” dedi. “Ben de aldanıp, sürgün verecek hale gelmedim mi? Bu tatlı belâyı, kendi başıma, kendim sarmadım mı? Sarmadım mı, ha?”
Son sözüyle irkildi. Dönüp sağına soluna baktı. Bir duyan, işiten olduysa diye düşündü, korktu.
Ayak sesleri yaklaştı. Genç kadın, yatağına uzandı. Aralık duran kapı, ardına kadar açıldı. Odaya, konuşması yarıda biten bir hemşire girdi. Geldi, nabzına baktı. Durumunu sordu. Neticeyi aldı. Tam dönüp gidecekken, kapıda doktorla burun buruna geldi. Geri çekildi, doktora yol ver di. Doktor da hastasını yokladı.
- “Vakit tamam, hemşire hanım!” dedi. “Gerekli hazırlıkları yapınız. Doğum normal olacak. Sanırım müdahale de gerekmeyecek.”
“Doğum normal olacak!”
“Doğum normal!..”
Olacak mı? Genç kadın, birden düğümün bu noktasında durdu.
Kendi kendine;
- “Nasıl da kandım ona?” dedi. “Ah başım, aptal başım! Cayır cayır yanasın, e mi? Ah ben, ben ölmeliyim! Fakat karnımdaki bu yavrunun ne günahı var? Ben ölmeliyim. Bu doğru. Yalnız, ne pahasına olursa olsun, içimdeki yaşamalı. Dünyaya gözlerini açmalı. Hele bir de oğlan olursa... Gerisi kolay!”
Odanın duvarları yıkılır, tavan çöker gibi oldu. Artık her şey, sağlı sollu yer değiştiriyor, genç kadının gözleri kararıyor, başı fırıldak gibi dönüyordu. Karyolası altından çekiliyor, tanıdık, tanımadık binlerce sırıtan, somurtan, kızan yüz, kendisine bakıyor, bakıyordu.
Genç kadın, daldı. Geçmişinin acısını yeniden yaşa maya başladı. O adamı yeniden gördü. Bahar meyveleri, henüz çiçeğe durmuştu. Her tarafta, binlerce, milyonlarca çiçek!.. Çiçekler arasında bir arı. Geldi, dolaştı, genç kadını buldu. Onunla mutluluğunu paylaşmak istedi. Konuşup anlaştılar.
Günler, günleri kovaladı. Mutluluk ve sevgi havasın dan olsa gerek, başları döndü. Çayır, çimen, menekşe baharını yakalıdalar. Gezdiler, tozdular.
Genç kadının karnı kımıl kımıl! Adam, kendi der dinde. Kaçamak çarelere başvuruyor, toz pembe dünyada birlikte oldukları, sevinçlerini bölüştükleri kadını, her gün biraz daha oyalıyordu. Sonunda, birlikte geçirdikleri bir gecenin sabahında, ansızın kayboluverdi. Genç kadın, ardı sıra yollara düştü. Aradığını bulamadı. Çaresizliğine yandı. Uzak akrabalarının yanına sığındı. Günlerini saymaya koyuldu. Okun yaydan çıktığını geç anladı. Artık yapacak bir şeyi yoktu. Bekledi. İçindeki yangın büyüdü. Sancıları arttı.
Akşam güneşi kayboldu.
Gece, soğuğu ve karanlığıyla birdenbire iniverdi.
Ağlayan bir çocuk sesi, hayata doğdu.
Bu sesi, diğer irice sesler izledi.
- “Geçmiş olsun!”
- “Maşallah! Şuna bak! Nur topu gibi bir oğlun oldu!”
- “Allah, analı babalı büyütsün...”
Genç kadının sancıları diniverdi. Yürek yangını söndü. Daha sonra aldı, yavrusunu bağrına bastırdı. Doya doya kokladı, emzirdi.
Yavrusu arada bir gülüyor muydu, ne?
Sabahla birlikte sesler yeniden arttı. Yan odalara ziyaretçiler geldi. Genç kadın da umutlandı. Acabalarla oyalanır gibi oldu. Uyuyan yavrusuna kıyamadı. Umudunun yeşili söndü. Pencereden dışarıya baktı. Gördüklerine inanamadı. Her yer bembeyaz! Eriklerle bademlere, şeftalilere ne olmuş öyle? Hemen bütün çiçekleri görünmez olmuş, buz bağlamışlar. Döndü. Yavrusuna bir daha baktı. Uyandırdı. Gülücüklerini seyretti. Sarıp sarmaladı, okşadı. Doya doya emzirdi. Kucağında yavrusuyla yan odaya geçti. Her haliyle köylü olduğu anlaşılan bir ziyaretçi kadına yanaştı.
- “Teyze,” dedi, “yavruma biraz göz kulak olur musun? Baksana, bizimkiler, gelemediler. Herhalde aşağıda kaldılar. Gidip çağırayım, olmaz mı?”
- “Hay hay!” dedi beriki.
Kendisine uzatılan çocuğu aldı. Bir güzelce kucağına yerleştirdi.
Genç kadın telâşlı, fakat kendinden emin bir şekilde aşağıya indi. Kalabalığa karıştı. Çekip gitti.
Ziyaretçi kadın, kucağında çocuk, bekledi, bekledi.
Sonra hemşireleri, daha sonra doktorları ayağa kal dırdı. Herkeste bir telâş, sağa sola seğirttiler.
Yalnızca yavru gülüyor, ağlıyor!
“Nece de ağırmış, nece de ağır.
Menim gollarımı kıran bu körpe.
Meger tekce menim öz günahımdır,
Yolumun üstünde duran bu körpe?”
» Kan Uykusu * Oyhan Hasan Bıldırki
» Acılar * Oyhan Hasan Bıldırki
» Karasevda * Oyhan Hasan Bıldırki
» Kaçak * Oyhan Hasan Bıldırki